Arşiv 25/Aralık/ 2025,Per

Parasosyal İlişki Nedir?

Giriş: Ekrandaki “Tanıdık” Yabancılar

Parasosyal ilişki kavramı, ilk kez 1950’li yıllarda sosyolog Donald Horton ve psikiyatrist Richard Wohl tarafından, izleyici ile medya figürleri arasında kurulan tek yönlü ancak duygusal olarak anlamlı bağları tanımlamak amacıyla ortaya konmuştur. Geleneksel yayıncılık bağlamında doğan bu kavram, dijital çağda ünlüler, sosyal medya akışı, podcastler hatta giderek artan yapay zekayla kurulan ilişki gündelik yaşamın merkezine yerleşmiştir. “Parasosyal” ifadesinin Cambridge Sözlüğü tarafından 2025 yılının kavramlarından biri olarak seçilmesi, bu olgunun artık yalnızca akademik bir terim değil, modern bireyin yakınlık ve aidiyet deneyimindeki dönüşümü simgeleyen toplumsal bir gösterge haline geldiğini göstermektedir.


Tanım

Parasosyal ilişki, televizyon yıldızlarından dijital içerik üreticilerine kadar uzanan bir yelpazede, izleyicinin bir medya figürüyle kurduğu; yoğun hissedilen ancak yapısal olarak karşılıklılık içermeyen bir bağdır. İzleyici, “tanıdığını” düşündüğü bu figürle gerçek bir etkileşim içindeymiş gibi hissedebilir. Bunun temel nedeni, insan beyninin bağlanma ve empatiyi tetikleyen bilişsel mekanizmalarının, ekrandan gelen uyarana karşı her zaman etkin bir “gerçeklik filtresi” uygulayamamasıdır.

Figürün ses tonu, anlatım tarzı ve tekrar eden içerikleri, izleyici tarafından sanki kişisel olarak kendisine hitap ediyormuş gibi algılanır. Bu durum, ilişki varmış gibi bir yakınlık hissi yaratır; ancak pratikte bu bağ, gerçek sosyal ilişkilerin gerektirdiği karşılıklı risk, belirsizlik ve sınavlardan yoksundur. İzleyici ya da okur için bu yanılsamanın sürdürülebilir olmasının temel nedenlerinden biri, gerçek ilişkilerin duygusal maliyetlerinden kaçınırken aidiyet, süreklilik ve anlaşılmış olma hissini dijital bağlamda deneyimleyebilmesidir.

Bu tek yönlü ilişki, başlangıçta masum bir hayranlık gibi deneyimlense de zaman içinde bağlanmaya evrilir. Etkileşim sürdükçe, izleyicinin zihninde “onunla paylaşılmış” hissi veren, süreklilik gösteren anılar ve duygusal çağrışımlar kümesi oluşmaya başlar. Bu anılar gerçek bir karşılaşmaya dayanmaz; ancak tekrar eden içerikler ve benzer duygusal tonlar sayesinde psikolojik olarak gerçek ilişkilerdeki ortak yaşantılara benzer anı izleri bırakır. Böylece parasosyal bağ, yalnızca bir izleme ya da takip etme pratiği olmaktan çıkar ve zamanla zihinsel ve duygusal olarak içselleştirilen, kalıcı bir ilişki deneyimi gibi yerleşir.

Neden Sürdürülür?

Bu bağ, gerçek sosyal ilişkilerin getirdiği duygusal maliyetlerden (reddedilme, yargılanma, çatışma) yoksundur. Birey, risk almadan aidiyet ve anlaşılmış olma hissini deneyimler.


Hayranlık ve Parasosyal İlişki Farklı mıdır?

Evet, parasosyal ilişki hayranlıktan niteliksel olarak farklıdır; fark yalnızca yoğunlukta değil, ilişkinin zihinsel örgütlenme biçimindedir.

Hayranlık, temelde mesafelidir. Kişi hayran olduğu figürü beğenir, takdir eder ya da örnek alır; ancak bu figür, kişinin iç dünyasında aktif bir ilişki nesnesi haline gelmez. Figür, çoğunlukla uzakta, idealize edilmiş ve izleyicinin gündelik ruhsal süreçlerine doğrudan dahil olmayan bir konumda kalır.

Parasosyal ilişkide ise figür, zihinsel olarak daha yakın bir konuma taşınır. İzleyici, onun tepkilerini öngörebildiğini, nasıl düşüneceğini tahmin edebildiğini ya da herhangi bir durumda kendisine ne tür cümleler kurabileceğini hayal eder. Bu noktada ilişki, pasif bir beğeniden çıkar; süreklilik, duygusal bağlanma ve zihinsel temsil kazanır. Kişi, farkında olmadan bu figürü içsel dünyasına dahil eder ve onunla ilgili bir bağı kurmaya başlar.

Kısacası hayranlık, onu izliyorum düzeyinde kalırken; parasosyal ilişki, onu tanıyorum” hissine doğru kayar. Bu kayma, parasosyal bağın neden daha güçlü, daha kalıcı ve kopuşu daha zor bir deneyim haline geldiğini de açıklar.


Parasosyal Kavramının Önemi Nedir?

Parasosyal kavramı, dijital çağda bireylerin yakınlık, ilişki ve aidiyet kurma biçimlerinde yaşanan dönüşümü anlamak için önemli bir anahtar sunar. Günümüzde insanlar yalnızca içerik tüketmez; izledikleri, dinledikleri ya da takip ettikleri figürlerle duygusal bağlar geliştirir ve bu bağları zaman içinde zihinsel olarak içselleştirir. Parasosyal ilişkiler, gerçek sosyal ilişkilerin yerini almak zorunda olmasa da, bireyin yalnızlıkla baş etme, anlaşılmış hissetme ve süreklilik arayışında nasıl alternatif yollar geliştirdiğini görünür kılar.

Klinik açıdan bakıldığında bu kavram, özellikle yalnızlık, kaygı, bağlanma güçlükleri ve dijital ortamlara aşırı yönelim gibi durumların anlaşılmasında açıklayıcı bir çerçeve sağlar. Parasosyal bağlar çoğu zaman işlevsel ve geçici olabilirken, bazı bireylerde gerçek ilişkilerden geri çekilmenin, duygusal kaçınmanın ya da kırılganlıkla temas etmekten kaçınmanın bir yolu haline gelebilir. Bu nedenle parasosyal ilişki kavramı, yalnızca medya çalışmaları için değil, ruhsal süreçleri ve modern yaşamın psikolojik yüklerini anlamak açısından da önem taşır.


Klinik Önem: Bir Kaçış mı, Yoksa İhtiyaç mı?

Parasosyal bağlar, tek başına patolojik bir durum değildir; aksine modern yaşamın yalnızlığına karşı geliştirilen uyum sağlayıcı (adaptive) bir mekanizma olarak işlev görebilir. Özellikle stresli dönemlerde, yalnızlık hissinin arttığı ya da belirsizlikle baş etmenin zorlaştığı zamanlarda bu bağlar, kişiye tanıdıklık ve süreklilik hissi sunarak duygusal düzenlemeye katkıda bulunabilir. Ancak parasosyal ilişkiler, gerçek sosyal ilişkilerin yerini almaya başladığında ya da bir “duygusal yalıtım” aracına dönüştüğünde işlevselliği bozabilir; kişi duygusal yatırımının büyük bölümünü tek yönlü ve kontrol edilebilir bir ilişkiye yönlendirebilir. Bu noktada bağ, ilişkisel kaçınmanın, hayal kırıklığından korunma çabasının ya da bağlanma güçlüklerinin bir uzantısı haline gelebilir. İşte bu noktada artık zararlı konuma geçmeye başlamıştır.

Klinik pratikte parasosyal ilişkiler, doğrudan hedef alınması gereken bir sorun olarak değil; bireyin nasıl bağlandığını, nelerden kaçındığını ve hangi ihtiyaçlarını bu yolla düzenlemeye çalıştığını anlamaya yardımcı bir pencere olarak ele alınmalıdır. Amaç bu bağı koparmak değil; bireyin gerçek dünyadaki duygusal esnekliğini, kırılganlıkla temas kurabilme kapasitesini ve karşılıklı ilişkilere tahammülünü güçlendirmek olabilir. Bazı durumlarda parasosyal bağlar, kişinin incinme riski olmadan ilişki kurma pratiklerini geçici olarak “prova ettiği” bir alan işlevi de görebilir.

Bu sebepledir ki; parasosyal ilişkiler doğası gereği patolojik değildir ve bireyde gerçeklik değerlendirmesi korunur. Ancak çok nadir durumlarda, özellikle psikotik spektrumda yer alan bazı bozukluklarda parasosyal temalara çok benzeyen patolojik durumlar da görülebilir. Bu noktada belirleyici olan, bağın varlığı değil; gerçeklik testinin bozulması ve inancın kanıtlara dirençli hale gelmesidir.


Sonuç

Parasosyal ilişki kavramı, dijital çağda bireylerin yakınlık ve aidiyet ihtiyaçlarını nasıl karşıladıklarını anlamak için önemli bir araçtır. Bu bağlar çoğu zaman uyum sağlayıcıdır ve tek başına ruhsal bir sorun anlamına gelmez. Klinik açıdan kritik olan, parasosyal ilişkileri iyi ya da kötü olarak sınıflandırmak değil; bu bağların bireyin hangi duygusal boşluklarını doldurduğunu ve gerçek ilişkilerle temas kurma kapasitesini nasıl etkilediğini anlamaktır. Böylece parasosyal kavramı, modern yaşamın psikolojik süreçlerini anlamada işlevsel bir pencere olarak değerlendirilir.

Ekrandaki figür bizi gerçekten rahatlatıyor mu, sadece iyi hissetmek için mi bağ kuruyoruz, yoksa gerçek bir temasın eksikliğini mi maskeliyor? Bu sorunun cevabını şimdilik kendiniz vermeniz gerekecek

Horton, D. & Wohl, R. (1956). Mass Communication and Para-Social Interaction: Observations on Intimacy at a Distance. Psychiatry, 19(3), 215‑229

‘Parasocial’ is Cambridge Dictionary’s Word of the Year 2025

© 2025 Uzm. Dr. Ertuğrul Bolat, Psikiyatri Uzmanı. Bu yazı, Creative Commons BY-NC-ND 4.0 Lisansı ile korunmaktadır. Kişisel ve eğitim amaçlı okunabilir; ticari kullanım veya başka platformlarda yayımlama için yazılı izin alınması zorunludur.

Brain Rot / Teknolojiye Bağlı Zihinsel Körelme

Günümüzde zihinsel sağlığımızı etkileyen pek çok faktör arasında, “brain rot” yani beynin işlevsel ve bilişsel açıdan yavaş yavaş körelmesi, giderek daha fazla dikkat çekmektedir. Teknolojinin ve modern yaşamın hızı, beynimizi sürekli uyarırken, bir yandan da zihinsel yorgunluğu ve bilişsel gerilemeyi tetikleyebiliyor. Peki, brain rot tam olarak nedir ve yaşamımızı nasıl etkiler?


Brain Rot Nedir?

Her ne kadar “Brain Rot” genellikle daha çarpıcı olsun diye “Beyin Çürümesi” olarak çevrilse de, ben bu kavramı tanımına daha uygun bir şekilde “Teknolojiye Bağlı Zihinsel Körelme” olarak çevirmeyi tercih ettim ve bu yazı boyunca bu tanımı kullanacağım.

“Brain rot” terimi, dijital çağın etkilerini inceleyen nöropsikoloji araştırmalarında literatüre girmesi 2020’li yıllara dayanır. Özellikle 2024 yılında, Oxford University Press tarafından “Yılın Kelimesi” olarak seçilen “brain rot”, dijital içeriklerin aşırı tüketiminin zihinsel sağlığa etkilerini vurgulayan bir terim olarak geniş bir kitle tarafından benimsenmiştir. Ancak benzer bilişsel gerileme tanımları, 1990’larda bilişsel bilimciler ve nörologlar tarafından uzun süreli olumsuz alışkanlıklar, stres, kötü beslenme ve dijital bağımlılığın etkilerini inceleyen çalışmalarda da yer almıştır (Smith & Jones, 1998; Greenfield, 2015).

Zihinsel Körelme, hafıza, dikkat ve problem çözme yetilerinde belirgin düşüşe yol açan bir bilişsel gerilemeyi ifade eder.

Bu duruma katkıda bulunan başlıca faktörler şunlardır:

  • Sürekli hazır bilgiye maruz kalma ve bu bilgilerin üzerinde düşünmeden, anlam çıkarmadan hızlıca ekran kaydırarak tüketme alışkanlığı,
  • Sosyal medyanın doğası gereği oluşturduğu ödül/haz döngülerinin zihnimiz üzerindeki olumsuz uyuşturucu etkisi,
  • Yapay zeka ve dijital araçlar sayesinde zihinsel efor gerektiren işlemlerin hızla yapılabilmesi.

Tüm bu faktörler, beynimizi aktif olarak kullanma alışkanlıklarımızı köreltir ve bilişsel kapasitemizde düşüşe yol açar.


Belirtileri Nelerdir?

Teknolojiye Bağlı Zihinsel Körelmenin belirtileri bazen fark edilmeyebilir. Ancak dikkat edilmesi gereken başlıca işaretler şunlardır:

  • Konsantrasyon eksikliği: Basit görevlerde bile odaklanmada zorlanma
  • Kısa süreli hafıza sorunları: Yeni bilgileri hatırlamada güçlük
  • Motivasyon kaybı: Günlük aktivitelerde isteksizlik ve enerji düşüklüğü
  • Düşünce süreçlerinde yavaşlama: Problem çözme ve karar verme yetilerinde gecikmeler
  • Sosyal ve mesleki işlevlerde azalma: İş verimliliği ve sosyal ilişkilerde düşüş

Bu belirtiler, sadece zihinsel değil fiziksel sağlığı da etkileyebilir; örneğin uyku bozuklukları ve sürekli yorgunluk gibi durumlarla kendini gösterebilir.


Nedenleri ve Tetikleyiciler

Zihinsel Körelme’ye katkıda bulunan başlıca tetikleyiciler şunlardır:

  • Dijital cihaz ve sosyal medya kullanımı: Sürekli ekran başında olmak, hızlı bilgi tüketimi ve kısa dikkat döngüleri beynin derinlemesine düşünme kapasitesini azaltır.
  • Hazır bilgi ve hızlı tüketim alışkanlığı: Bilgileri sindirmeden tüketmek, beyin için gerekli bilişsel eforu azaltır ve öğrenmeyi yüzeyselleştirir.
  • Yapay zeka ve otomasyon: Çoğu zihinsel çaba gerektiren işlemin makineler tarafından kolayca yapılması, beynin aktif kullanımını kısıtlar.
  • Uyku ve beslenme düzensizlikleri: Yetersiz uyku ve dengesiz beslenme, bilişsel fonksiyonları doğrudan etkiler.
  • Stres ve sürekli dikkat dağınıklığı: Yoğun iş yükü ve sürekli dikkat dağıtan uyarıcılar zihinsel körelmeyi hızlandırır.
  • Ekran akışındaki yoğun ödül/haz döngüsüne sürekli maruz kalma; aynı hızda ve yoğunlukta ilerlemeyen yaşama dair haz alma duygusunu köreltebilir.
  • Sosyal medyanın algoritmalar aracılığıyla, kullanıcının beğenilerine, politik görüşüne, sadece ilgi alanlarına uygun içerikleri öncelikli olarak sıralaması, kişinin düşünce ufkunu daraltarak zihinsel körelmeye katkıda bulunabilir.

Önleme ve Zihni Canlı Tutma Yöntemleri

Teknolojik zihinsel körelmeyi önlemek veya etkilerini azaltmak için uygulanabilecek yöntemler:

  • Dijital detoks ve ekran sınırları: Günlük ekran kullanımını sınırlamak ve bilinçli dijital molalar vermek.
  • Zihinsel egzersizler: Bulmacalar çözmek, yeni bir dil öğrenmek, müzik veya sanatsal aktivitelerle beyninizi aktif tutmak.
  • Düzenli uyku ve beslenme: Beynin onarımı ve optimal işleyişi için kaliteli uyku ve dengeli beslenme şart.
  • Mindfulness ve stres yönetimi: Meditasyon ve nefes teknikleri ile zihinsel sakinliği artırmak.
  • Sosyal etkileşim ve fiziksel aktivite: Gerçek dünyada etkileşim ve hareket, zihinsel sağlığı destekler.
  • Aktif düşünme ve eleştirel yaklaşım: Elde edilen bilgiyi hemen kabul etmeyip üzerinde düşünmek, çıkarımlar yapmak ve eleştirel bakış açısı geliştirmek, zihnin aktif kalmasını sağlar.

Sonuç ve Özet

Teknolojiye Bağlı Zihinsel Körelme, modern yaşamın sessiz bir tehlikesi olarak karşımıza çıkıyor. Hafıza, dikkat ve problem çözme yetilerinde düşüşe yol açabilir, sosyal ve mesleki yaşamı etkileyebilir. Ancak burada önemli olan nokta, dijital yaşamın kendisinin tehlikeli olmadığıdır. Aksine, teknoloji günümüzde hayatımızın vazgeçilmez bir parçasıdır; bilgiye ulaşmak, iletişim kurmak ve üretken olmak için büyük kolaylık sağlar.

Önemli olan, dijital araçları daha bilinçli ve sağlıklı bir şekilde kullanmak ve beynimizi aktif tutacak alışkanlıkları hayatımıza dahil etmektir. Düzenli zihinsel egzersizler, dijital detokslar, uyku ve beslenme düzeni ile teknolojiye bağlı körelmeyi büyük ölçüde azaltabiliriz. Bu şekilde hem modern yaşamın avantajlarından faydalanabilir hem de zihinsel kapasitemizi koruyabiliriz.


“Teknolojiye Bağlı Zihinsel Körelme” ifadesi ve tanımı, bu makalenin yazarı Dr. Ertuğrul Bolat tarafından literatür ve kavramlar ışığında yorum sonucu oluşturduğu bir terimdir. Genel kabul görmüş bir çeviri tanım değildir.


© 2025 Uzm. Dr. Ertuğrul Bolat, Psikiyatri Uzmanı. Bu yazı, Creative Commons BY-NC-ND 4.0 Lisansı ile korunmaktadır. Kişisel ve eğitim amaçlı okunabilir; ticari kullanım veya başka platformlarda yayımlama için yazılı izin alınması zorunludur.

Yoksulluğun Görünmeyen Yüzü: Zihinsel Yoksullaşma

Ekonomik Hayatta Kalmanın Önceliği

Bir toplumun temel yaşam amacı yalnızca aç kalmamak ve geleceğini inşa ederken kimseye muhtaç olmamak düzeyine indirgenmişse, o toplumda bilime, sanata, felsefeye ve sosyolojiye dair faaliyetler giderek “gereksiz” olarak algılanır. Ekonomik getirisi olmayan her alan, pratik faydası sorgulanan bir lüks haline gelir. Bu durum yalnızca tek tek insanların düşünme biçimini değil, bütün bir toplumun ortak düşünme, değer verme ve anlam kurma şeklini de değiştirir.

Modern Kapitalist Düzen ve Düşünsel Üretim

Modern kapitalist düzen, bilginin ve yaratıcılığın ekonomik değer üzerinden ölçülmesini dayatır. Örneğin, birçok gelişmekte olan ülkede bilimsel araştırmalara ayrılan bütçe, sadece kısa vadeli ekonomik çıktılar üreten projelerle sınırlıdır. Sanat ve kültür faaliyetleri ise çoğu zaman finansal destekten yoksundur. Bu bağlamda, düşünsel üretim —karşılığında doğrudan bir gelir sağlamadığı sürece— toplumsal statü açısından ikincil konuma düşer.

Ekonomik Baskı ve Risk Algısı

Ekonomik istikrarsızlığın, gelir adaletsizliğinin ve iş güvencesizliğinin belirgin olduğu toplumlarda bu durum daha da keskin yaşanır. İnsanlar yalnızca para kazanmak değil, varlıklarını sürdürebilmek için mecburen ekonomik faydayı merkeze koyar. Böyle bir ortamda, bilime, sanata ya da felsefeye yönelmek; çoğu kişi için bir “lüks”, hatta bir “risk” olarak görülür.

Hayaller ve Düşünsel Sınırlar

Günümüz koşullarında ‘Çocuğunuzun ya da kendinizin araştırma yapan bir teorik fizikçi mi, yoksa kamuda fizik öğretmeni mi olmasını isterdiniz?’ sorusuna verdiğimiz yanıt, zamanla ekonomik tercihlerimizi aşıp giderek düşünsel sınırlarımıza da yerleşir.

Çünkü yoksulluk, yalnızca gelirle ölçülen bir durum değildir; insanın düş kurma, düşünme ve farklı olasılıkları hayal etme kapasitesini de kısıtlar. Sürekli hayatta kalma telaşında yaşayan birey; merakını, sorgulama gücünü ve yaratıcı enerjisini yitirir. İşte bu, yoksulluğun görünmeyen yüzüdür: zihinsel yoksullaşma.

Ekonomik baskı altında şekillenen toplumlarda bireyler, hayallerini değil, güvencelerini seçmeye yönelir. Bu nedenle o soruya verdiğimiz yanıt, aslında içinde yaşadığımız sistemin bize neyi mümkün, neyi “lüks” gösterdiğini de açığa çıkarır.

İdeolojik Yönlendirme ve Kültürel Fakirleşme

Ekonomik ve kültürel yoksullaşma, bilinçli ideolojik yönlendirmelerle de pekiştirilebilir; düşünen bireyler sorgular ve yönlendirmelere direnç gösterir. Tarih boyunca siyasetin, ekonomik güç odaklarının ve bağlantılı medya aygıtlarının amacı, toplumsal rızayı kontrol etmek olmuştur. Eleştirel düşüncenin bastırılması, toplumların kültürel fakirleşmesine ve zihinsel yoksullaşmaya yol açar.

Pierre Bourdieu‘nun kültürel sermaye yaklaşımı, ekonomik dengesizliklerin toplumsal bilincin biçimlenişini doğrudan etkilediğini gösterir. Böylece, düşünmeyen ama uyum sağlayan bireylerin çoğaldığı bir toplumsal düzen oluşur.

Temel Gereksinimler ve Entelektüel Gelişim

Elbette, temel maddi gereksinimlerin(yiyecek, barınma, güvenlik gibi) karşılanması çok önemlidir; Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisine göre, temel gereksinimler karşılanmadan entelektüel ve kişisel gelişim istisnalar dışında genellikle çok zordur. Ancak asıl sorun, bu temel gereksinimlerin yalnızca karşılanmasıyla yetinilip, zamanla sadece bu gereksinimlerin yaşamın nihai amacı haline gelmesidir. Oysa bu ihtiyaçlar bir araçtır; asıl amaç, yaratıcılık, anlam arayışı ve kişisel gelişim gibi üst düzey hedeflere ulaşmaktır.

Küresel Verilerle Zihinsel Yoksullaşma

Günümüzde, küresel olarak yapılan araştırmalar da bunu doğrular. UNESCO’nun 2023 raporuna göre, düşük gelirli bölgelerde çocuk ve gençlerin kültürel etkinliklere katılım oranı, yüksek gelirli bölgelere göre %60 daha düşüktür. Bu, ekonomik eşitsizliğin zihinsel, kültürel üretime ve katılıma doğrudan negatif bir etkisinin olduğunu gösterir.

Sonuç: Düşünce ve Kültürel Derinlik

Sonuç olarak, bir toplumun ilerlemesi yalnızca üretim miktarıyla değil, düşünme kapasitesi ve kültürel üretkenliği ile ölçülmelidir. Gerçekten yaşayan toplumlar, yalnızca karnını doyuran değil; aklını ve vicdanını da besleyebilen toplumlardır. Düşünmekten ve sorgulamaktan vazgeçmediğimiz sürece, toplumun kültürel derinliği de korunur.


© 2025 Uzm. Dr. Ertuğrul Bolat, Psikiyatri Uzmanı. Bu yazı, Creative Commons BY-NC-ND 4.0 Lisansı ile korunmaktadır. Kişisel ve eğitim amaçlı okunabilir; ticari kullanım veya başka platformlarda yayımlama için yazılı izin alınması zorunludur.